Esiri’nin asıl adı Mehmet’tir. Babası Kasım Ağa Hekimhan’ın Hasançelebi bucağına bağlı Basak köyü halkından olup XVIII. yüzyılda yörenin en ünlü aşıklarından biri olarak bilinen Baboğ Dede’nin dördüncü oğludur. Kasım Ağa, Baboğ Dede’nin vefatından sonra kardeşlerinden ayrılarak Basak köyü yakınlarında bulunan Güvenç köyüne yerleşmiştir. Mehmet (Esiri) 1259 (miladi 1843)’da ailenin üçüncü çocuğu olarak Güvenç köyünde dünyaya gelmiştir. Köyde okuma yazma öğrenip günlerini çobanlık yaparak geçiren Mehmet, dedesi Aşık Baboğ gibi iyi saz çalar, usta malı şiirlerin yanında kendi deyişlerini de söylemeye başlayarak yakın çevresinde Aşık Mehmet olarak adını duyurur. Bir şiirinde : ”Pir elinden dolu içip mest oldum Aldım sattım her kıymetten üst oldum Mürşit meydanında kemerbest oldum Yüzümde yedi hat ağlara düştü” diyen Esiri , badeli aşıklardan olduğunu belirtir. Yine bir şiirinde: ”Gönül kuşu ulağına gelince Aşıklar mest olur bade dolunca Kaşların yayına nazar kılınca Dedim Hak’tan ola yardım erenler” deyişinde, bir şiirinde : ”Erenler yaktı çıramız Çok şükür rüşan olduk Aşıklıkta bu töremiz İçtik bade sultan olduk” biçimindeki söyleyişinde ve: “Aşık olmayınca bade içilmez Okuyup yazmasan mana seçilmez Har biten yerlerde gülşen açılmaz Bülbüle bu nale efgan elverir” biçimindeki söyleyişlerinden badeli aşıklardan olduğu anlaşılmaktadır. Aşık Mehmet 20 yaşına geldiği zaman artık kabuğuna sığmaz olur ve bir gün kardeşlerine “Benim özümde muhabbet coş eyledi. Ben Hacı Bektaş’ta Feyzullah Çelebi’yi ziyarete gideceğim” diyerek köyünü terk edip Hacı Bektaş’a gider. Feyzullah Çelebi’den manevi himmet alarak aşıklığını beyan eder. Aşığın sazını ve sözünü dinleyen Feyzullah Çelebi “Söyle Esiri’m sakla sırrımı” deyince artık şiirlerinde Esiri mahlasını kullanmaya başlar. Güvenç köyünde evlenen Esiri , ileri yaşına rağmen köyünü terk ederek çocuklarıyla yine Hekimhan ‘ın merkez köylerinden Çulhalı köyüne yerleşir. 1329 (miladi 1913) yılında 70 yaşındayken Çulhalı köyünde vefat eden Esiri, bu köyde defnedilmiştir. Esiri’nin şiirlerinin toplandığı iki büyük defter mevcuttur. Bunlardan biri Hamza adlı torununda kalmış, diğeri de 1952 yılında Malatya ili Yazıhan ilçesi Karaca köyünden Abdurrahman Ünlüer tarafından alınıp Ankara’da Avukat Cemal Özbey’e verilmiştir. Cemal Özbey tarafından uzun yıllar saklanan bu defter Cemal Özbey’in vefatından kısa bir süre önce 1993’te Malatya ‘ya gelişinde bizzat kendisi ”yaşlandım ve rahatsızım. Bu şiirleri değerlendiremedim. Bunların kıymetini ancak siz bilirsiniz” diyerek bana vermiştir. Halen bende olan bu defterde 250 şiir bulunmaktadır. Hekimhan ve çevresinde yaptığımız araştırmalar sonucu elimizdeki şiir sayısı 270’e ulaşmıştır. Şiirlerinin bu kadar olmadığı, sayının daha da artabileceği kanısındayız. Cemal Özbey’e Yazıhan’ın Karaca köyünden 4.2.1956’da yazılan ve Özbey tarafından fotokopisi bana verilen bir mektupla yine Cemal Özbey’e yazılan isim yerinde bir imza bulunan tarihsiz bir mektupta belirtildiğine göre Esiri hayatında 17 defa Hacı Bektaş’a gitmiş olup dergahtan ilgisini hiç kesmemiştir. Yine aynı mektuplardaki ifadelere göre Esiri uzun boylu, kumral, ince uzun sakallı, uzun bıyıklı bir zattır. Bilindiği gibi Hacı Bektaş dergahı dönemin bir eğitim kurumu niteliğindedir. Ham gelen, hizmeti ölçüsünde pişmiş döner. Hacı Bektaş’a gelen Esiri dini tasavvufi ve manevi kültürünün yanı sıra ilmini de bir hayli artırmış ve divan-gazel gibi türlerde aruz ölçüsü ile olgun şiirler yazabilecek duruma gelmiştir. Bir şiirinde: “Batıl dava kılmam birdir pazarım Anın için böyle sermest gezerim Üç huruftan dört kitabı yazarım Okudum defteri divana geldim deyişinde bu durumunu dile getiren Esiri’nin aynı şiirde “Gel Esiri; oku dercet bu dersi İsm-i azam budur ayet-i kürsi Ne Süryani ne Arabi ne Farsi Aşka düşüp Türk; lisana geldim” deyişi öz be öz Anadolu Türkü olan aşığın Türkçe’ye olan sevgisinin bir ifadesidir. Bazı şiirlerinde sosyal konuları da dile getirip gelecek kuşaklara dizelerini tarihi birer belge gibi aktarmıştır. 23 dörtlükten oluşan “Ağ Yeli” isimli destanında: “Hep takavüt oldu dağların kışı Ömürde görmedik böylesi kışı Ne bir çalı kaldı ne bir taş başı Kerem edip ihsan eyle ağ yeli Sene bin iki yüz doksan bir tarih Hem dasıtan olsun hem bir tavarih Ne şiddetten gayrı candan bi zarih Kerem edip ihsan eyle ağ yeli” biçimindeki söyleyişi ile miladi 1875’teki büyük kışı çarpıcı dizelerle anlatılan aşığın şiirlerinden engin bir kültüre sahip olduğu sezilmektedir. DELİSİYİM Bir sadık yar gördüm dalgam taşırdı Kınaman gaziler dem delisiyim Alıp aklım beni derde düşürdü Aktı didem yaşı nem delisiyim Sevdaya düşürdüm sevdasız seri Beni Mecnun etti hubların biri Hakikatta dört kapının haberi Dediler lem Ali zem delisiyim Sensin var eyleyip veren nasibim Yürekte yaraya merhem talibim Medet mürvet güneş yüzlü habibim Seni görmeyeli gam delisiyim Nazar eyle şu bülbülün ötüşün Kahpe felek niçe yıkmış örüşün Eğer sorarsanız benzim sarışın Mihrican dokunmuş sam delisiyim Gel Esiri bi-bakayı yaptırma Bu fena dünyaya gönül kaptırma Doğru yürü Hak ırakı saptırma Yürektedir yaram em delisiyim DOSTUM Seni reftarına intizar iken Yad ellere karşı salınma dostum On sekiz bin alem aşikar iken Gizleyip sırrını bilinme dostum Beni çektin gami hicran dağına Gönül arzu çeker yeğli yeğine Rast geldim güzellerin çağına Oyunbazsın desem alınma dostum Kul edip özünü pazarda sattın Necef deryasına Zülfikar kattın Ezelden benimle ahd aman ettin Olur olmaz yerde bulunma dostum Kan ederim kalbi rakip bakarsa Acepleme fırak beni yakarsa Mürg ü hasret sineme el takarsa Güç olur sensiz ben olunma dostum Esiri’yi çaker etsen kapında Arzum kaldı dergahında tapunda Noksan yoktur hiç yaptığın yapında Aşkile malamat gülünme dostum VAH BENİ Yalvardım Mevla’ya geçmedi dilek Aldı zapteyledi bu dert vah beni Erenler de merdan yayın açmadı Kabdan kaba soktu bu dert vah beni Yalvardım Mevla’ya olmadı çare Yanıyor yüreğim kaynaşır yara Ezelden yazılmış kanunu tura Bölük bölük böldü bu dert vah beni Kerbela’ya yolladım bir yavru emlik Eylen dedim eylenmedi bir demlik Dedim mahbup ne gördün benden kemlik Dedi kurban için ister hah beni Esiri gel dinle emri hüdayı Küş eyle gel Kerbela’yı nidayı Sene seksen yedi Muharrem ayı Bu hizmete layık gördü Hak beni PARELENDİMİ (Sarı Turnam) Fırgatlı fırgatlı ne inilersin Sarı turnam sinen parelendi mi Niçin el değmeden sen inilersin Sarı turnam sinen parelendi mi Sazım sana yad düzen mi düzdüler Tellerini haddeden mi süzdüler Yad el değip perdelerin bozdular Sarı turnam sinen parelendi mi Sana kelam söyler davudi diller Şu senin sedana maildir eller Göğsüne takayım alışkın teller Sarı turnam sinen parelendi mi Beş perdeden çalınıyor bağlama Esip fırgatınan sinem dağlama Bulam ustasını canan ağlama Sarı turnam sinen parelendi mi Niçin yas tutarsın giydin karalar Ahiret derdine nedir çareler Esiri der nedir derde çareler Sarı turnam sinen parelendi mi